Özet:
İnsanoğlu eskiçağlarda tabiat olaylarını, tabiattan elde ettikleri ürün, doğum ve ölüm gibi durumları
kendilerine izah edemediklerinde, kendi gücüyle baş edemedikleri bir durumla karşılaştıklarında, korktuklarında
kendilerinden daha güçlü gördükleri bir şeye inanma ihtiyacı duymuşlardır. Zaten insanoğlu bu hissiyatla
yaratılmıştır. Ancak tek Allah inancına ulaşamayan veya çeşitli sebeplerle bu inancını kaybeden insanlar çok tanrılı
dinler oluşturmuşlardır. Eskiçağ toplumları tanrıların kendileriyle ilgili kararlar aldığına inanmış ve tanrılara
sundukları kurbanların iç organlarından, gördükleri rüyalardan, ayın hareketlerinden, insan cenininden, sakat
hayvanlardan geleceğe dair kehanette bulunarak bu kararları daha önceden öğrenerek başlarına gelebilecek kötü
olayları önleme arzusunda olmuşlardır. Bu istek de falcılığı ortaya çıkarmıştır. Eski insanlar kötü bir kehanet ile
karşılaştıklarında bu durumu tanrıların öfkelendiği şeklinde yorumlayarak, öfkeli tanrıları yatıştırmak ve başlarına
gelecek felaketleri önlemek için tanrılara düzenledikleri törenlerle dualar ederek kurbanlar sunmuşlardır. Ayrıca din
adamları eşliğinde ağıtlar yakmışlardır. Felaketlerden korunma yöntemlerinden biri de büyü idi. Eskiçağda kötü
kehanetlere karşı yapılan ayinler ve büyüye duyulan ilgi kesinlikle çok güçlüydü. Bu şekilde de tanrıların rızasını
kazanacaklarına inanmışlardır.
Eski Mezopotamya toplumları başlarına gelecek felaketleri önleme çabalarının yanında tanrıların
beddualarından korunmak için de bir takım ritüeller düzenlemişlerdir. Beddualar tanrılara karşı gelenleri ve zalimleri
yakıyordu. Bu sebeple dualar ve ritüellerle tanrılara bağlılıklarını bildiriyor ve lanetlerden korunmaya çalışıyorlardı.