Bu makalede, genel olarak Fârâbî’nin akıl anlayışı, özel olarak ise bilkuvve aklın mahiyeti, nasıl bilfiil olduğu ve ilk bilgiler konu edilmektedir. Bilindiği üzere Meşşâî felsefede “bilkuvve olmak” iki anlamda
kullanılmaktadır: Birinci anlamda, aşağı varlık mertebesinde yer alan, yukarı varlık mertebesinde yer
alana göre bilkuvvedir. İkinci anlamda bilkuvve olmak maddenin temel niteliğidir. Acaba ikinci anlamıyla akıl bilkuvve olur mu? Eğer bu sorunun cevabı “evet” ise bu durumda aklı diğer cisimlerden ayırt
eden özellik nedir? Makalenin amaçlarından birisi bu sorunu incelemektir. Makalede tartışmayı amaçladığımız ikinci sorun ise ilk bilgiler ve faal aklın bilkuvve akla etkisinin nasıl gerçekleştiğiyle ilgilidir.
Bunlarla ilgili özet olarak şunları söyleyebiliriz: Sudȗr sürecinin sonunda ortaya çıkan bilkuvve aklın
nasıl oluştuğuna dair yeterli açıklamanın yapılmadığını düşünüyoruz. Bu yetersizlik, ikinci sorunla ilgili
olarak yani bilkuvve aklı bilfiil kılan ilk bilgilerin mahiyeti ve Faal Aklın katkısı hakkında farklı düşüncelerin dile getirilmesine neden olmuştur. Anladığımız kadarıyla iki sorunun da temelinde, basit ve mücerret bir varlık olan akıldan mürekkep ve maddi olan cisme nasıl geçildiğine dair doyurucu izahların
azlığı yatmaktadır. Ve yine Faal Aklın apriori bilgiler, anne baba, öğretmen ve toplum gibi aracı ve hazırlayıcı sebepleri kullanıp kullanmadığına dair herhangi bir açıklamanın olmaması -daha doğrusu sayılanların Faal Akılla irtibatlandırılmaması- sorunun kaynağı olarak gözükmektedir. Bilkuvve aklın özdeşlik ilkesi yani kendinin bilincinde olmak yönünden diğer mevcutlardan farklı olduğu aşikârdır. Ancak
bu ilkenin mevcudiyetiyle mevcudiyetinin bilincinde olmanın farklı şeyler olduğunu düşünüyoruz. Şu
hâlde birincisi aklı, ikincisi ise nefsi/zihni oluşturur. Fârâbî’nin bu ayrıma Kitâbü’s-siyâsetü’lmedeniyye’de dolaylı olarak işarette bulunduğunu düşünüyoruz. Akıl ve zihnin görece ayrımının birbirine karıştırılması bazı hatalı değerlendirmelere neden olmaktadır. Son olarak bilkuvve makullerin kendilerinde yani dış dünyada bilkuvve makul olduğu yönündeki ifadeler kafa karışıklığına neden olmaktadır. Oysaki onların bilfiil makul oluşu ve Fârâbî’nin bahsettiği kavramsal varlık seviyesi, insan zihninin
oluşumunu ifade etmektedir.
In this article, I deal with al-Fārābī’s understanding of intellect in general, and in particular,
with the nature of the potential intellect (‘aql bi al-fi‘l) and how it becomes an intellect in actuality and
the first principles. As it is known, “being in potentiality” is used in two senses in the Peripatetic philosophy: In the first sense, the thing which is in the lower state of being compared to the one in the upper
being is in the state of potentiality. In the second sense, potentiality is the basic quality of matter. I raise
the question whether the intellect can be potential in the second sense? If so, then what distinguishes
the intellect from other objects? One of the aims of the article, therefore, is to deal with this problem.
The second problem we aim to discuss in the article is about how the first principles and the Active Intellect influence the potential intellect. I argue that there is not enough explanation on how the potential intellect, which emerges at the end of the process of emanation, comes into being. This inadequacy
led to the expression of different opinions on the second problem, namely the nature of the first principles that make the potential intellect an actual one and the influence of Active Intellect on it. The basis
of both problems lies in the inadequacy of satisfactory explanations on how to move from the simple and
abstract entity to the composed and material object. And the lack of any explanation as to whether the
Active Intellect uses intermediary and preliminary causes such as a priori principles, parents, teachers or
society - or rather, not linking these with the Active Intellect - seems to be the source of the problem.