Bu makalede, İbn Rüşd’ün Tanrı’ya cevher demesinin görece neden ve sonuçları
konu edilmektedir. Böylece İbn Rüşd örneğinden hareketle, filozofların Tanrı
telakkilerinin aslında metafiziğin konusuyla doğrudan bağlantılı olduğu gösterilmek
istenmektedir. Makalede bilkuvve-bilfiil, cevher-araz, varlık-mâhiyet, madde-sûret
ve teşkîk gibi güçlü felsefî ayrımlara ihtiyaç duyuldukça başvurulacaktır. İbn Rüşd’e
göre mevcut/var olan araştırması temelde bir cevher araştırmasıdır. Mevcut kavramı
cevherin üstünde yer alan daha üst bir varlık seviyesini temsil etmese de kapsamının
genişliği yüzünden cevherden daha üst bir kavramdır. Oysaki İbn Sînâ’ya göre
mevcut, cevherden daha üst bir varlık seviyesini karşılar ve bu yüzden mevcut
araştırması sadece cevher araştırmasına hasredilemez. Dolayısıyla ona göre
metafiziğin konusu cevher olması açısından cevher değildir.
İbn Rüşd’ün Tanrı’ya cevher demesinin muhtemel nedenleri şunlardır: Birincisi,
Tanrı bütün mevcudat içerisinde cevher tanımına en uygun olandır. İkincisi onun
mevcut kavramını -diğer anlamlarını akılda tutmak kaydıyla- dış dünyada gerçekliği
olmayan zihinsel bir kavram yani cins olarak kabul etmesi dolayısıyla sadece
cevhere gerçeklik tanımış olmasıdır. Üçüncüsü, göksel cisimlerin sonsuz bir biçimde
hareket ettiği düşüncesidir. Dördüncüsü tümeller ve ayrık mevcutlar ile hissedilir
ferdi cevherler arasındaki ilişkiye dair görüşüdür. İbn Rüşd Aristoteles’i takiben
tümellerin ve ideaların ferdi cevherlerin varoluşunda katkısı olmadığını düşünür.
İbn Rüşd’ün Tanrı’ya cevher demesinin muhtemel sonuçlarıysa şunlardır: Birincisi
onun din felsefe ilişkisine dair yazdığı Faslü’l-makâl ve el-Keşf an menâhicü’ledille kitaplarında Tanrı hakkında takındığı Hanbeli tavırdır. İkincisi aslında
yukarıda sebep olarak zikredilen burada ise sonuç olarak dile getirilebilecek
döngüsel bir şeydir. Yani gök cisimleri ve âlemi ezeli olarak kabul etmek Tanrı’ya
cevher denmesine sebep olurken Tanrı’ya cevher denmesi de âlemin Tanrı’nın
etkisiyle ancak O’ndan ayrı ve kopuk olarak mevcut olması fikrini sonuç
vermektedir. Üçüncüsü sudûr ve yoktan yaratma doktrinlerini reddetmesidir. Yoktan
yaratmayı reddi ise -antik filozofların da açıkça dile getirdiği üzere- “salt yokluğun
varlığın kaynağı olamayacağı “şeklindeki genel bir ontolojik ilkeye dayanmaktadır.
This article deals with the relative reasons and consequences of Averroes’ saying
God the essence. Thus, based on the example of Averroes, it is desired to show that
the philosophers’ conception of God is actually directly related to the subject of
metaphysics. The distinctions between potential and actual, being-essence and
matter-form, which are thought to have strong forms of explanation, will be applied
when needed. According to Averroes, his research of being is basically an
investigation of essence. Although the concept of being/existence does not represent
a higher level of being above the substance, it takes place in metaphysics as a higher
concept with different meanings. However, according to Ibn Avicenna, the existing
meets a higher level of being than the substance, and therefore its inquiry cannot be
only the one for substance. Therefore, according to him, the subject of metaphysics
is not a substance qua substance.
In short, the possible reasons for Averroes to call God essence are as follows: First,
God is the most suitable for the definition of essence in all existence. The second is
that, keeping other meanings of being in mind, he accepted the concept of “mawjūd”
as a mental concept that has no reality in the external world, that is, as a genus, and
therefore only recognized the substance as reality. The third is the idea that the
celestial bodies move endlessly. The fourth is his view on the relationship between
universals and discrete entities and tangible individual essences. Following
Aristotle, Averroes thinks that universals and ideas do not contribute to the existence
of individual essences.
The possible consequences of Averroes’ calling God a substance are as follows: The
first is his Hanbalī attitude towards God in his books Fasl al-maqāl and al-Kashf an
manāhij al-adilla, which he wrote on the relationship between religion and
philosophy. Secondly, what was mentioned above as a cause, is a cyclical thing that
can be expressed as a result here. In other words, while accepting the celestial bodies
and the universe as eternal, causes God to be called essence, calling God essence
results in the idea that the universe exists only apart and disconnected from him
under the influence of God. The third is his rejection of the doctrines of creation out
of nothing and sudūr (emanation). The refusal to create out of nothing is based on a
general ontological principle -as the ancient philosophers openly expressed-
“absolute absence cannot be the source of existence”.