Önceleri erken dönem Yahudi sözlü kültüründen intikal eden haberlere isrâiliyât denilirken, daha sonraları başka din ve kültürlerden İslam’a aktarılan her türlü bilgiye isrâiliyât denilmiştir. Kur’ân birçok peygamberin hayatından ibretlik kesitler sunar. Fakat bu kıssalar bir olayı bütün detay ve teferruatlarıyla birlikte anlatmaz. Bu durum sahabenin dikkatini çekmiş ve özellikle kıssalarla alakalı konularda Ehl-i kitaba müracaat etmişlerdir. Yöneltilen sorular karşısında alınan cevaplar hem sahabe arasında hem de zamanla İslam’ın özüne uygun olup olmadığına bakılmadan tefsir kitaplarında kendisine geniş yer bulmuştur. Bu durumun bir neticesi olarak tefsir kitaplarında isrâiliyât nevi haberlerin izinin sürülmesi ve aktarılan bu türlü rivayetlerin muhteva analizine tabi tutulması gerektiğini düşünüyoruz. Zira bazı müfessirler rivayetleri tefsirlerine alırken kaynak göstermeden ve bir tenkitten geçirmeden okuyucuya sunmuşlardır. İncelemelerimiz neticesinde bu müfessirlerden birinin de Ebû’l-Berekât en-Nesefî (ö. 710/1310) olduğu kanaati bizde oluştu. Bundan dolayı biz bu çalışmamızda Medâriku’t-Tenzîl ve Hakâiku’t-Te’vil tefsirindeki isrâiliyâtla ilgili rivayetleri, en-Neml suresinde geçen Hz. Süleyman’la alakalı rivayetler bağlamında ele aldık ve sûrenin tefsirinde zikredilen rivayetleri tek tek incelemeye tabi tuttuk. Çalışmamızda öncelikli olarak Medâriku’t-Tenzîl’de geçen rivayetleri verdik. Daha sonra diğer tefsirlerde geçen rivayetleri aktardık. Yararlandığımız tefsirin müellifi eğer rivayetle alakalı bir düşünce zikretmişse onu belirttik. Diğer rivayetlerden yararlanmak suretiyle de mezkûr tefsirde geçen rivayetlerin muhtevasını ortaya koyduk. Ayet meallerini verirken Kur’ân Yolu tefsirinden yararlandık. Bunun neticesinde de zikredilen rivayetlerin sahih olup olmaması ve eğer isrâliyât türü bir rivayet ise kapsamını belirledik.
In the early days, akhbār narrated in Jewish sources was called isrāʾīliyyāt, but later on, all kinds of information transferred to Islam from other sources were called isrāʾīliyyāt. Qur’an presents exemplary sections from the lives of many prophets. However, the stories told do not describe an event with all its details. It only draws attention to the points that need to be learned. This is what aroused people’s curiosity. In other words, they tried to investigate the aspects that were not mentioned in the story. Companions of the prophet Muhammad often referred to the Ahl al-Kitab (people of the book). The answers received in the face of the questions asked have found a wide place both among the companions and in the books of tafsīr over time. Such narrations have come to precede even the hadith. We believe that the tafsīr books written under such a situation should be examined. Because most of the exegetes presented the narrations to the reader without citing the source and without filtering in their exegesis. As a result of our research, we found Abū l-Barakāt al-Nasafī (d. 710/1310) as an example for this situation. In this study, we tried to analyze the narrations about isrāʾīliyyāt in Madārik al-Tanzīl wa Haqā'iq al-Ta'wīl, the tafsīr of al-Nasafī in the context of the surah al-Naml. We examined the narrations mentioned in the interpretation of this surah one by one. In our study, we primarily gave the narrations in Madārik al-Tanzīl. Then we mentioned the narrations in other exegeses. If the author of the tafsīr we benefited from mentioned an idea related to the narration, we tried to present it. We have revealed the content of the narrations in the tafsīr that we have examined by making use of other narrations. While giving the verse translations, we benefited from the Turkish tafsīr Kur’ân Yolu. As a result of this, we tried to determine whether the mentioned narrations are authentic and if it is a type of isrāʾīliyyāt narration, we tried to determine its scope.